About Hakan Gürses

http://www.hakanguerses.at

Posts by Hakan Gürses:

Birikim-Güncel’de Mayıs 2020’de yayımlanan yazım

Birikim dergisi çevrimiçi versiyonunun Güncel bölümünde 7 Mayıs 2020’de yayımlanan yazımda Korona, istisna hâli ve yeni direniş biçimleri hakkında düşünmeye çalıştım:

 Korona Günlerinde Dayanışma, İktidar ve Direniş

Türkiye, Rusya ya da Mısır gibi ülkelerde otorite, yasak ve baskı yoluyla ayakta duran rejimleri bir kenara bırakalım. “Klasik Batı demokrasileri” adını verdiğimiz Avrupa ülkelerinde de toplumsal hareketler kendilerini yutan, asimile eden iktidarlara karşı direnemedi son yıllarda. Sanırım buna bağlı olarak, meydanlarda kendini gösteren hareketlere paralel, başka bir direnme biçimi ortaya çıktı ve özellikle de Batı toplumlarının genç kesimlerinde revaç bulmaya başladı. İşte bu direniş türüne “ret ve infial” adını veriyorum.
Post-endüstriyel veya –son dönemde– dijital kavramlarıyla tanımlanan toplumlarda, siyasal alanda gözle görülür bir kaymaya tanık oluyoruz. Özellikle üç unsur, son yıllarda yeni direniş politikalarının tercihli sektörleri haline geldi: tüketimdil ve çevre. Ret ve infial, özellikle bu alanlarda etkin.

Nobel oder Wenn das Publikum zurückschimpft

In der Frühjahrsausgabe (Nr. 114 / 2020) der Stimme habe ich mich mit der ewigen Frage „Leben und Werk“ befasst – am Fallbeispiel der Nobelpreisverleihung an Peter Handke:

Nobel oder Wenn das Publikum zurückschimpft

Literaturnobelpreisträger Peter Handke wurde einst durch sein Sprechstück Publikumsbeschimpfung berühmt. Nun schimpft das Publikum zurück: indem es von Kunst und Literatur das energisch einfordert, was ihm Intellektuelle und Künstler* seit der Aufklärung predigen und Theodor W. Adorno in einem Titel programmatisch zusammenfasste: Erziehung zur Mündigkeit. Das Versprechen direkter Beteiligung (Publikum als sinnstiftende Instanz) und politisch-moralischer Korrektheit (Publikum als zu empowernde und schützende Teilöffentlichkeit) scheint in der gegenwärtigen Kulturpolitik, egal ob von „oben“ oder von „unten“, allmählich den Mainstream zu bilden.

Stimmlage # 112 und # 114

Meine Kolumne Stimmlage (Zeitschrift Stimme) in den Ausgaben Herbst 2019 und Frühjahr 2020:

Niemandsland Exil

Egal ob sich nun der politische Blick des Exilanten auf das Herkunftsland richtet oder auf sein Leben im Aufnahmeland – jeder Versuch, gleichberechtigt mitzureden und das Leben da oder dort mitzugestalten, stößt auf die reservierte Haltung derer, die da oder dort „wirklich beheimatet“ leben. Durch sie wird uns im Exil Lebenden die Fähigkeit zu einem Innenblick abgesprochen und verweigert. Jeder kritische Satz des Exilanten über die jeweilige Gesellschaft wird abgeschmettert mit „Es ist freilich ein Leichtes, von außen so zu reden“, mit „Was erlauben Sie sich; bei Ihnen dort unten ist es ja viel schlimmer“ oder dergleichen.

Wahlen in autoritären Zeiten

Die Zeichen liegen sehr deutlich vor uns: Der Staat wird autoritärer; eine rein auf sprachliche Reglementierung abstellende Gegenpolitik ruft paradoxerweise just autoritäre Maßnahmen herbei; unterdessen wird es zunehmend salonfähig, in öffentlichen Debatten über bestimmte Minderheiten (derzeit Migrant_innen und Geflüchtete) offen ablehnend bis rassistisch zu reden und dies zur Staatsräson zu erklären.

Toter Winkel dergisindeki Aralık 2019 ve Şubat 2020 yazılarım

Çok dilli online dergi Toter Winkel‘de Aralık 2019 ve Şubat 2020’de yayımlanan yazılarım:

Sürgünün gidişatı hakkında (Şubat 2020)

Siyasal perspektifimizi ister buraya yöneltmiş olalım, ister oraya. İster önemli noktalara parmak basalım, istersek günlük basit aksaklıklara takılalım. Söylediklerimiz, eleştirel söylemimiz, her iki ülkede yaşayan “yerliler” tarafından da maalesef “hariçten gazel atma” olarak değerlendiriliyor. “Burada yaşıyor olsan, bu kadar rahat konuşamazdın”, “Sen iyice oralı olmuşsun”, “Biz de bilirdik zamanında kaçıp gitmeyi” ya da “Senin geldiğin yerde durum daha mı iyi?”, “Bu nasıl bir cürettir; biz burada doğup büyüdük, biz yaptık, beğenmiyorsanız, geldiğiniz yere geri dönün” vesaire kalıp cümlelerini ne çok duymaktayız yıllardır, biz sürgünde yaşayanlar… Bizim de bir “içeriden bakma” hakkımızın ve yetimizin olabileceği, “orada” ve “burada” reddediliyor. Bir tür “sürekli dışarıda olma hâli” sürgünlük.

Sadaka ve tekmil (Aralık 2019)

“Azınlık perspektifi”; azınlıklar her konuda haklıdır, benim dünya görüşüm onlar için geçersizdir, onlara bu görüşle yaklaşmamalıyım, biz siyasal olarak bir araya gelemeyiz gibi yapay yasakları ya da ezberlenecek sonuçları içeren bir ahlaki önerme değil. Sadece bir kere daha düşünmeye, duyarlılığa davet eden bir açı. Hatırlamaya, hesaplaşmaya, yaşanmış ve yaşanabilecek olanlar için sorumluluk almaya davet eden bir açı. Siyasal sonuçları önemli olabilecek bir açı.

Meine letzten beiden Beiträge auf IM BLOG

Meine letzten Beiträge auf IM BLOG, dem politischen Weblog der Initiative Minderheiten, im Oktober und Dezember 2019:

Die vorletzten Tage der Menschheit (Dezember)

DER OPTIMIST: Ich weiß nicht, was Sie zu dieser düsteren Prognose berechtigt. Sie schließen offenbar von unvermeidlichen Begleiterscheinungen auf das Ganze. Sie gehen von zufälligen Ärgernissen aus, die Sie für Symptome nehmen. Wir lernen aus unseren Fehlern und von der Krise selbst. Merken Sie denn nicht, dass justament durch die von Ihnen erwähnten Dinge eine neue, eine große Zeit angebrochen ist?

DER NÖRGLER: Ich habe sie noch gekannt, wie sie so klein war, und sie wird es wieder werden.

Dieser Text erscheint zeitgleich in der aktuellen Ausgabe der STIMME, Nr. 113 / Winter 2019, als meine „Stimmlage“-Kolumne.

Von Menschenansammlungen und deren Abholung (Oktober)

Menschenansammlungen haben mich stets beunruhigt (schon wieder Autobiografie!). In den beiden zentralen Orten meines bisherigen Lebens, in der Türkei und in Österreich, gibt es allerdings zwei merkwürdige Formen der Ansammlung von Individuen, die mich zudem seit jeher äußerst irritieren.

Toter Winkel’deki Ekim ve Kasım 2019 yazılarım

Çok dilli online dergi Toter Winkel‘de Ekim ve Kasım 2019’da yayımlanan yazılarım:

Azınlık perspektifi (Kasım)

Bence azınlıkların perspektifiyle tarihe bakmayı öğrenmek zorundayız. O perspektiften tarihe baktığımızda, onun bize ille de “tek doğru” olguları göstermesi gerekmiyor. Yalnızca varlığı bilinse, biraz kale alınsa bu bakış açısı, bence yine de önemli bir gelişme olacak, bu 100 yılı aşkın ulusallaşma sürecinde. Başka bir tarih kültürünün, başka bir siyasal geleneğin Türkiye’de yerleşebilmesi, ancak böylelikle mümkün.

Aydın, entel ve kımıl zararlısı (Ekim)

Bugün Türkiye’de aydın olma meselesi gündeme getirilince, işlevden çok, bir göreve (vazife anlamında) dikkat çekmek için yapılıyor bu sanki. Aydının o ülkede tepeden belirlenmiş bir görevi var. Devlet ve devletin payitahtı millet tarafından her türlü fedakârlığa katlanarak okutulmuş, devlet bursları ya da parasız yatılı hibeleri verilmiş, yemeyip yedirilmiş, giymeyip giydirilmiş ve aydınlığa çıkarılmış bir neferdir bu perspektifte aydın. Vazifesi, halkı da kendisi gibi aydınlığa çıkarmanın yanı sıra, yurdunu dış ve iç düşmanlara karşı fikir, bilim ve sanat alanlarında savunmaktır. “Halk” da bunu bekler ondan, devlet-millet ve onların bekçisi asker-sivil bürokrasi de…

Stimmlage # 111, Sommer 2019

In meiner Kolumne Stimmlage (Zeitschrift Stimme) wurde in der Sommerausgabe der zweite Teil meiner Überlegungen zu “Zivilcourage” veröffentlicht:

Von zivilen Tugenden (2)

Die aktuelle und jugendkulturell trendige Form des individuellen Widerstands wird weniger in Zivilcourage erblickt, sondern in den Tugenden der Verweigerung und der Empörung.

Hier noch einmal der Link zum ersten Teil des Artikels:

Von zivilen Tugenden

Struktur gegen Individuum. Ist Zivilcourage – oder Haltung – als eine individuelle Form des Widerstands ausreichend, um die Gesellschaft gerechter zu gestalten? Oder entpuppt sich Zivilcourage angesichts der strukturell verankerten Ungerechtigkeiten letztendlich als nützliche Idiotie? Für beide dieser widerstreitenden Meinungen gibt es genügend Vertreter_innen und Argumente. Was ist, ferner, mit (kollektivem) Widerstand?

Toter Winkel dergisindeki yazı dizim

Çok dilli online dergi Toter Winkel‚de Haziran ve Temmuz 2019’da eleştiri kavramı üstüne iki yazım yayımlandı.

Eleştiri üstüne (Haziran)

Eleştiri, bir bakıma aslında yorumun sonu, tahlilin (analizin) de başlangıcıdır, diyebiliriz. Böylelikle; Critica sacra’dan Aydınlanmacı akıma, oradan da çağdaş felsefenin öncülerinden Immanuel Kant’ın kuramına uzanan süreçte eleştiri, “Batı düşüncesi”nin temelini oluşturmaya başladı.

Eleştirinin halleri (Temmuz)

Bu köşedeki yazı dizisinde tartışmaya çalıştığım asıl konu, Türkiye’nin “tarih unutkanlığı”. Bu özellik, yine Türkiye’ye atfettiğim “eleştiri sevmeme” meziyetiyle çok belirgin biçimde örtüşüyor aslında. Eleştirinin en önemli işlevi olan tarihi devreye sokma; tarihten, özellikle de kendi tarihinden bu derece uzak duran, durmaya çalışan bir toplumda pek de tutunamayacak bir işlev doğal olarak. Başka deyişle, tarih çiçeğinin yeşermesine izin vermeyen bir toprakta eleştiri tohumunun da yetişmesi pek mümkün değil. Bu, iki taraflı bir süreç. Eleştiri zayıfsa, hatırlama yetisi de zayıf kalıyor. Tarih ögesi eksikse, eleştiri yetisi de yolda kalıyor.

Bu yazılarla, Şubat’tan birer ay arayla yayımlanan tarih bilinci, sol „eşkıya geleneği“ ve eleştirel duruş konulu beş yazılık dizi tamamlamış oldu. Geçen yazılar (yayımlanma sırasıyla):

Pehlivan tefrikası diziler ve isimsiz kahramanları

Kahramanlar, yiğitlik, mertlik

Cesaret, merhamet ve sağduyu

Köseye, başka konulu yazılarla devam edeceğim.

Mein neuer IM BLOG-Beitrag

Mein neuer Beitrag auf IM BLOG, dem politischen Weblog der Initiative Minderheiten, im Juni 2019:

Angst vor Dummheit

Wenn Sie wirklich geglaubt haben, ich würde hier über die Insel der Psychodeligen schreiben, wo anständig blau abgefüllte Politiker vor einiger Zeit Glock-Spiele mit einer pedikürevergessenen russischen Schauspielerin veranstaltet hatten, dann haben Sie sich geschnitten – und zwar am Polizeipferdeschwanz. […] Also gibt es heute FOBO. Das ist keine denglische Abkürzung für „Fotobook“ und kein Akronym für „Freiheitlicher Ortsverein Berittener Ordnungspolizei“. FOBO ist eigentlich so etwas wie eine sozialpsychologische Tempobezeichnung: ein bisserl zwischen presto agitato und lento doloroso.