About Hakan Gürses

http://www.hakanguerses.at

Posts by Hakan Gürses:

„Oaschloch!“ meselesi

Öneri Çevrimiçi Gazete’de yayımlanan Kasım 2020 yazım:

„Oaschloch!“ meselesi

Hatırlayacaksınız; Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yönelik saldırı sonrasında sosyal medyada “Je suis Charlie” (Ben Charlie’yim) sloganı yayılmış, profil resimlerini ve hashtag olarak tweet’leri aylarca süslemişti. Londra terörü ardından da “Pray for London” (Londra için dua et) şiarı aynı biçimde yayıldı. Ardından İspanya ile “Todos con Barcelona” (Hepimiz Barselonaylayız) ve Almanya ile “Hanau war kein Einzelfall” (Hanau münferit değildir) geldi. Viyana’daki İslamcı katliam, bunlardan biraz farklı bir hashtag’i beraberinde getirdi: “Schleich di, du Oaschloch”. Avusturya’da yaşamayanlar için bunu biraz açmak gerekiyor.

Ütopya

Öneri Çevrimiçi Gazete’de yayımlanan Ekim 2020 yazım:

Ütopya

Her ne kadar klasiklerin çizgisinde kalınsa da günümüzde sol cenahta ütopya kavramına ve ütopik tasarımlara yönelik hiç de küçümsenemeyecek bir sempati söz konusu. Bir ütopyası, bir “vizyonu” olmayan toplum kuramları ve siyasetler, sol gruplar ve yazarlar tarafından “sisteme hapsolma” suçlamasıyla eleştirilmekte. Buna; sol hareketlere, özellikle de Marksist hareket ve kuramlara yönelik olarak ana akım medyada ve siyasette dile getirilen “ütopik fikirler bunlar” küfürleri de eklenince, garip bir manzara çıkıyor ortaya. Ve şu soru, anlaşılır nedenlerle hepimizin kafasını kurcalıyor: “Biz şimdi ütopyadan yana mıyız, ütopyaya karşı mıyız?”

Kritik zamanlarda eleştiri

30 Eylül’de eleştiri kavramı ve toplumsal pratikleri üstüne Türkçe bir sunum vereceğim:

Eleştiri modernitenin sihirli sözcüğüdür.  Sosyal hareketler, yeni bilimsel yönelimler veya aydınlar kendilerini eleştirel olarak tanımlamakta. Sözcük, sanattan siyaset ve bilime, yaşam tarzından şehir planlamasına kadar hemen her türlü yaşam alanını kapsamakta – Kant’ın bir hükmünde saptadığı gibi: “Çağımız, her şeyin kendisine tabi olmasını gerekli kılan eleştirinin asıl çağıdır.” Eğer eleştiriye böylesine genel geçer bir nitelik uygun görülüyorsa, peki eleştirel olmak sözüyle neyi kastediyoruz, eleştiri nedir?

Bu soru sunumda hem tarihsel hem de sistematik olarak ele alınacak. Gürses, önce eleştirinin yöntem, duruş ve söylem işlevlerinin tarihsel izlerini sürecek, ardından örneklerle toplumsal eleştirinin alanına odaklanacak ve günümüzdeki eleştirel hareketlerin yöntem ve uygulamalarını tartışacak. Bu tartışma başka sorularla genişletilecek: Eleştiri ne zaman ve nasıl karşıtına yani iktidara dönüşüyor? İçinde ne derece değiştirici/dönüştürücü bir kuvvet yatıyor? Ütopya ve toplum kuramlarıyla nasıl bir ilişki içerisinde? Kısaca: Toplum eleştirisi nedir ve günümüzde ne yapabilir?

Etkinliğin dili Türkçe’dir; katılım ücretsizdir.

Tarih: 30 Eylül Çarşamba, 19:30

Yer: Festsaal, Amtshaus 9. Bezirk, Währinger Str. 43, 1090 Wien

 

Solun haritadaki yeri

Öneri Çevrimiçi Gazete’de yayımlanan Eylül 2020 yazım:

Solun haritadaki yeri

1960’lardan başlayarak, sınıf eksenine başka “fark eksenleri” ekleyen Yeni Toplumsal Hareketler, ırkçılık, cinsiyetçilik ve homofobi karşıtlığını, feminist hedefleri, çevreciliği, hayvan haklarını, katılımcı demokrasiyi getirdi siyasete… Solun bu ikinci kaynağı, ifadesini ağırlıkla sivil toplum örgütlerinde bulmakta.

Bir de ağırlıkla liberter (özgürlükçü), otonom, anarşist hareketlerin öne çıkardığı ilkeler var: özyönetim, erksizlik, otoritesizlik, hiyerarşisizlik, şiddetsizlik, devletsizlik gibi. Sosyalist sol hareketin de, Yeni Toplumsal Hareketlerin de belki de en az önemsediği sol kaynağı, bence tam da bu ilkeler oluşturuyor.

Bugün pek çok sol hareket ve grup, kendini bu ilkelerin birkaç tanesine yaslayarak tanımlamakta. Ama bu üç kaynağın tümünü harmanlamayı başaran bir sol hareket yok bence. Acaba böylesi bir “harman”, solun enlem ve boylamını belirlemede pusula işlevi görebilir mi?

Söyleşi

yeni e-dergi’nin 34. sayısında çıkan söyleşim:

Özel bir tarihsel dönemdeyiz

İnanç ve bilme arasındaki gerginlik, çok eskilere kadar dayanıyor. Antik Yunan’da mitoloji ve felsefe arasındaki gerginlik, İslam’da İbn Rüşd ve Gazali karşıtlığından tanıdığımız felsefe ve kelam gerginliği. Hristiyanlıkta da bu tartışma yürümüş, misal Aziz Anselmus “credo ut intelligam” vecizesini atmış ortaya, yani “Anlamak (bilmek) için inanıyorum”.  İnançla aklı ve bilgiyi bağdaştıran, bunu yaparken de dönemin dogmalarına itaat eden bir yaklaşım. Bana öyle geliyor ki, bugünkü durum tam da bilim lehine tersine dönmüş vaziyette: çevremiz, inanabilmek için bilmeye çalışan insanlarla doldu. Pozitivizm, bilim müritliği çok yaygınlaştı. Tabii, insanlar güvenilir şeyler arıyor böyle zor kriz dönemlerinde. Önümüzde puzzle gibi parçalardan oluşan bir resim var ama elimizdeki parçalar çok az ve bunların sadece birkaçı bitişik. Sen bir yorum yapıyorsun, bu resim şu ya da bu olabilir diye. Ama çoğunluk, varsayım istemiyor, kesinlik istiyor. Bilim bir inanç kaynağı, bir din gibi işliyor.

Mein neuer Buchbeitrag

Ein Beitrag von mir ist gerade erschienen:

Die Dinge der Ordnung. Differenz, Sprache und das Politische angesichts des Neuen Materialismus. In: Werner Friedrichs / Sebastian Hamm (Hg.): Zurück zu den Dingen! Politische Bildungen im Medium gesellschaftlicher Materialität. Baden-Baden 2020: Nomos, S. 217–232.

Ich gebe zu, auch ich besitze so ein Ding, das durch Fragen und Befehle herausgefordert werden soll. Etwa durch die Frage: „Alexa, was kann ich für die Umwelt tun?“ Das ist allerdings nicht weiter originell, zumal das Gerät einprogrammierte Antworten darauf gibt, die obendrein dem neoliberalen Selbstoptimierungsgebot gehorchen. Spannender wurde es jüngst, als das Ding Lichtzeichen aussendete, die ich nicht zu deuten wusste. Daher fragte ich es, ob soeben seine Software aktualisiert worden sei. Die lapidare Antwort ließ mich erschaudern: „Ich kann das nicht sagen.“ […]

Wie kann politische Bildung Interesse an Differenz und Sprache finden und dieses vermitteln? Wie kann sie, statt unablässig nur auf die Demokratie als normatives Fundament und Ziel zugleich abzustellen, auf die Dinge der Ordnung – politisch umkämpfte Begriffe, soziale Felder, leere Signifikanten […] – fokussieren? Hier kommen jene Schlüsselbegriffe des Neuen Materialismus ins Spiel, die sich mit ähnlich gelagerten, der Politischen Theorie entspringenden Interventionen wie etwa der „politischen Differenz“ […] zusammenschließen lassen.

Stimmlage # 115

Meine Kolumne Stimmlage (Zeitschrift Stimme) in der Ausgabe Sommer 2020:

Nine-Eleven und Corona-Krise

Damals wie heute geht es um die Bewahrung des gesellschaftskritischen Blicks, egal ob mit Humor oder bierernst artikuliert. Ankündigungen eines neuen Zeitalters hingegen gehören zumeist zum Diskurs der Macht, die im Begriff ist, sich zu verfestigen. Die heutige Rede davon, nichts werde wieder so sein wie vorher, ist Bestandteil einer Politik der Pandemie, ein strategischer Schachzug der konsolidierten Biomacht.

Zur Politik der Pandemie

Im Rahmen des Blogs „Stimmen der Zivilgesellschaft“ der Volkshilfe Wien habe ich im einen kurzen Beitrag gesteuert:

Zur Politik der Pandemie

Ob ich Angst vor dem Virus habe? Natürlich habe ich das, aber das Virus kennt ja keine Absicht, weder gute noch böse. Ich kann mich also nicht auf die vermeintliche Strategie eines Virus ausrichten, meine Ängste haben ihre Quelle in der Herrschaft, im Nationalismus und in gesellschaftlichen Strukturen der Ungleichheit.

Öneri çevrimiçi dergisindeki Haziran 2020 yazım

Mayıs 2020 başından beri Öneri / Vorschlag adıyla yayımlanmakta olan (eski adı: Toter Winkel / Gizli Açı) çokdilli çevrimiçi dergide Haziran 2020’de çıkan yazımın konusu, 1970 İstanbul kolera salgını:

Korona günlerinde kolera

Benim damağımda sıcak suyla yıkanmış meyve ve suya katılan klor tabletinin tadı, kolumdaysa okulda yapılmış aşının acısı kalmıştır o günlerden. Salgın denince, hep kolera gelir aklıma bir de. Korona günlerinin şu kısa teneffüsü sırasında da bu böyle…

Mein neuer Beitrag auf IM BLOG: Systemrelevanz und Gesellschaftskritik

Mein Beitrag auf IM BLOG, dem politischen Weblog der Initiative Minderheiten, im Mai 2020:

Systemrelevanz und Gesellschaftskritik

Es liegt an der politischen Natur des Ausnahmezustands, dass viele in Zeiten der erklärten Krise „Wir“ sagen wollen. Bloß, das ist ein staatlich verordnetes Wir, das genauso ideologisch aufgeladen ist wie das Wir der „Aufbaugeneration“, der „Trümmerfrauen“ und der Balkanroute-Schließer. Das ist aber nicht die Seite der Vernunft oder der Wissenschaft, wie manche annehmen mögen, sondern die des nationalistisch-autoritären Etatismus. Es ist das Wir der nationalistischen Nächstenliebe und Solidarität nach dem Floriani-Prinzip. Ohne die Lager der Geflüchteten an unseren Grenzen, ohne die Ertrunkenen im Mittelmeer, ohne die „italienischen Corona-Opfer“ und die „falsche britische Corona-Politik“, ohne ukrainische Spargelstecherinnen und rumänische Rund-um-die Uhr-Pflegerinnen, die wieder einmal Spielball der Politik geworden sind, gäbe es kein Wir der österreichischen Corona-Front.